30 Nisan 2009 Perşembe

‘Ateş düştüğü yeri yakar’ derler, yine düştüğü yeri yaktı tabi ancak yangının şekli öyle iğrençti ve öyle harlandı ki en uzaktaki en taş, en ıslak olanlarımızı bile yaktı, burda feryat figan yazmamıza sebep oldu.
Kendimi Münevver’in kardeşi yerine koyup, ablamı bu şekilde kaybettiğimi düşünüyorum (hiç kardeşim yok), sonrasında ailesinin yerine koyup kızımın başının kesilerek öldürüldüğünü ve katilinin ısrarla yakalanmadığını hayal ediyorum (evet çocuğum da yok), diğer taraftan katilin ailesi oluyorum, oğlum kız arkadaşını parçalara ayırarak öldürmüş, ben ve eşim cesedin taşınmasına ve oğlumuzun yurtdışına kaçmasına yardım ediyoruz. Bunlara göz yuman yetkililerin evladı oluyorum, eğer öldürülen ben olsaydım babam ya da annem yine aynı şeyi yapar mıydı diye düşünüyorum. Eşi oluyorum, çocuğumuzun başına böyle bi şey gelse, katili yakalamakta bu kadar kayıtsız kalır mıydık diye merak ediyorum. Kısacası hepsi de günlerce uykusuz kalmama yetecek sıkıntıyı o an veriyor.
Katil yakalandıktan sonra çoğumuz, cinayetin şeklini unutup yalnızca yakalanmasıyla tatmin olmuş olacak. Bir sonraki kademede katilin yine yakalanmadan kaçıp yaşadığı herhangi bi yerde dövülmesi yle tatmin olacağız. Ondan sonraki aşamada da katil o yaşadığı yerde eceliyle ölünce sevineceğiz. Bu konuda çıtamız işte bu şekilde olaydan olaya yükseliyor. Ben daha fazla ilerlemek istemiyorum, birinin diğerine vurması ve ceza görmemesi bile (bakın bile diyorum) beni uykusuz bırakmaya yetsin, o ‘bile’ yi kullanmayayım istiyorum.



dot.

0 yorum:

Yorum Gönder