söylenenler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
söylenenler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
2 yorum 22 Mayıs 2009 Cuma

http://www.bugun.com.tr/haber-detay/69829-munevver-karabulut-cinayetinde-sok-detay-haberi.aspx

dot.

0 yorum 17 Mayıs 2009 Pazar

Bir insanın hayatının sadece "örnek insan"sa değerli olduğunu görmemize vesile olmuştur. Bu kız bakire olmasaydı verilen tepkiler nasıl olurdu tahmin etmek bile istemiyorum. Münevver için üzülmek doğaldır; ama "o bir melekti" ne demek yahu? Bunun Celalettin Cerrah'ın demecinden ne farkı var? Bir fahişeyi öldürüp parçalara ayırsalardı kimsenin umrunda olmayacaktı demek; çünkü o bir melek değildi öyle mi? Kız 18 yaşında gencecik bir kız olmasa olay daha az trajik olabilirdi; ama kurbanın hayatı herkesinkinden daha az değerli olmazdı.

Burada durup "münevver kötü kız değildi." savunması yapmak bu insanların ekmeğine yağ sürmektir. Ailesinin kızla olan ilişkisinin cinayetin hala açıklığa kavuşmamasıyla uzaktan yakından ilişkisi yoktur. Bir insan toplumun onayladığı ya da onaylamadığı bir şey yapabilir; ancak bu herhangi birinin ona zarar verme hakkı olduğunu göstermez. Adalet sadece "melek"ler için değildir. O yüzden yarın biri çıkıp "Münevver kötü kızdı, herkesin arkasından konuşurdu, onu yapardı, bunu ederdi vıdı vıdı" dese zerre kadar umrumda olmaz; çünkü iğrenç olan şey cinayetin kendisidir ve kurbanın kişiliği ya da yaptıklarıyla alakası yoktur.

0 yorum 13 Mayıs 2009 Çarşamba


Öğrencisi olamadığım için kıskanç bir takipçisi olduğum Hacettepe Ünv. Felsefe Böl. Bşk. Kurtuluş Dinçer’den aldığım seminer derslerinden birinde bir ara sigara paketlerinin üzerindeki uyarılar tartışılmıştı. Kurtuluş hoca, “Sigara öldürür!” ve benzeri uyarıların biz ‘yaşayanlar’ için anlamlı olmayacağını, hiç kimsenin ‘ölüm’ü kendisine yakıştırmayacağını söylemişti. Yani sigarayı bize bıraktıracak ‘ölüm’ işaretine, aslında ölene kadar hayli uzağızdır; böyle hissederiz, buna meyilliyizdir. Kurtuluş hoca bu tip ‘uzak’ uyarılar yerine yaşamdan, gündelik pratik rutinimizden bir örnek vermenin daha doğru olacağını söylemişti: “Sigara içerseniz merdivenleri daha zor ve yavaş tırmanırsınız!” gibi. Çünkü merdiven tırmanmak her gün yaptığımız bir işti.

Spinoza ölümü yadsır: “Kederin bedeni kuşatması”. Bedeni ‘keder’ (yaşamı sağlayan sevincin zıttı) tarafından tamamıyla kuşatılmış hiç kimse olmadığı için (ve biz de bu aşamaya gelmediğimiz için) ölümün bilgisini edinemeyeceğimizi, bu yüzden ölümden bahsetmenin, yaşama dair meselelerde ölüme refere etmenin beyhudeliğinden söz etmişti. Ölüm hep dışarıda/diğerlerinde gözlediğimiz, ya anlatılar ya da direkt gözlemler sayesinde kanaat edindiğimiz bir mefhumdu ve ‘bir parça ölmeden’ getireceğimiz olası her türlü yargı sağlıksız olacaktı.

Ölümü basit bir doğal fenomen olmaktan çıkarıp insan/toplum ilişkilerinin zorunlu bir sonucu olarak gördüğümüz, yani ölümü kendi doğasından yalıtıp en alçakça ölme/öldürme vakalarını dahi meşrulaştırdığımız bir çağın insanlarıyız. Şiddetin ve şiddet sonucu ölümün çağımızda nasıl algılandığına dair korkutucu bir çalışma için siyaset felsefecisi John Keane’in Reflections On Violence adlı (Türkçeye Dost Yayınları tarafından ‘Şiddetin Uzun Yüzyılı’ başlığıyla çevrilen) kitabına bir göz atabilirsiniz. İletişim/ulaşım/bilişim teknolojilerinin, içine iki büyük dünya savaşı ve onlarca bölgesel iç savaş, kıyım, soykırım sığdıran kısacık “bir yüzyıl” içinde geldiği nokta itibarıyla dünyanın her noktasındaki şiddet sonucu bireysel/toplu ölümlerden her gün fazlasıyla haberdar oluyoruz. Irak’ta yahut Pakistan’da bir cami Cuma namazı esnasında havaya uçuruluyor ve 200 ölü gibi bir rakamla karşılaşıyoruz. İsrail ordusu Filistin’e beş yıllık aralıklarla ağır saldırılar yapıyor ve binlerce insanın evlerini terk ettiklerini, ya mermiler altında ya da yollarda perişan olup öldüklerini görüyoruz. Yepyeni bir şiddet çağının açılışını yapan ikiz kule saldırılarının ardından yangın yerine dönen Ortadoğu’da neredeyse her gün ya süregiden etnik iç savaşın ya da Amerikan uçaklarının ufak çapta bombardımanı sonucu onlarca sivilin hayatını kaybettiğini, kaybetmekte olduklarını öğreniyoruz. Daha geçtiğimiz günlerde Mardin’de 44 insan katledildi. Bu, basitçe töreyle açıklanabilecek bir katliam değildi, ne de diğerleri basit bir iç savaşla, basit bir siyasal ihtilafla açıklanabilecek katliamlardır; şiddet sonucu sivil ölümü sessiz ve ortak bir ‘olur’ almıştır. Medeniyet dediğimiz şey bunu dışlıyor değildir, bu bizzat medeniyetin kendisinde içkindir, John Keane şöyle söylüyor: “O kadar ki, acı bir ironiyle, günümüzde sivil toplumun dünya çapında çekici görünmesi durumunun (Batıya öykünmenin, O.Y.) metropolitan medeniliğin başvurduğu şiddetin piçi olduğunu söyleyebiliriz.”

Tüm bunlardan Münevver Karabulut cinayetine nasıl çıkacağım?

Şöyle; başta ölümü kendimize yakıştırmadığımızı, kendimizi ölümle ‘bir’ düşünmeye meyilli olmadığımızı söyledik; daha sonra ölümün bilgisinden “yaşıyor olmamız” hasebiyle her daim mahrum olmaya yazgılı olduğumuzu, ölümü diğerlerinde/dışarıda aradığımızı ekledik. Sonra da şiddetin, savaşın, şiddet sonucu kıyımın olağanlaştığı, her gün meydana geldiği ve bizim bunlar hakkında her gün haber alabildiğimiz, ölüm fikrinin içinde soluduğumuz bir çağı betimledik. Yani özetlersek: “Ölüm, diğerleridir.”

Şimdi böyle bir çerçeveden bakarsak, alelade bir üçüncü sınıf vakası gibi duran Münevver Karabulut cinayeti, ortalama bir televizyon izleyicisi için bu tip ölümlerin magazinel mahiyeti nedeniyle kolaylıkla görülüp ‘tüketilebilecek’ ve çok da üzerinde durulmayacak gelişigüzel bir cinayet haberidir. Zira her gün şiddet ve savaş sonucu yüzlerce insan hayatlarını kaybetmektedirler, bunları biliyoruz. Ama yapabilecek hiçbir şeyimizin olmayışı bizi bu ölümlere karşı tavır almaktan alıkoyuyordur, yani aslında bir sorumluluğumuz yoktur. Böylesi kitlesel ölümlerde yapabilecek hiçbir şeyimiz yokken, bir üçüncü sayfa cinayet haberini kovalamak hayli hayli anlamsızdır. Kaldı ki (tekrar ilk iki paragrafa gönderecek olursak) her nevi ölüm bize uzaktır; bir evde kafamızı kesip bizi çöp konteynırına atacak sevgililerimiz yoktur yahut her gün bombaların yağdığı bir coğrafyada yaşamıyoruzdur, iki uçağın girip yerle bir edeceği gökdelenlerde çalışmıyoruzdur vs… E ölenle de ölünmüyorsa, ne yapalım?

İşte bu ezber ‘yeni dünya’nın bize armağanıdır. Dünya çok kalabalık, hayat çok karışık, teknoloji baş döndürüyor, savaşlar yoğun ve kaçınılmaz, zaman çok hızlı akıp geçiyor ve bu korkunç olaylar yumağının ortasında bizi herhangi bir cinayetin tarafı yapacak denli eşkalimiz yok; miniciğiz ve yalnızca kendimizden sorumluyuz. Savaş edebiyatını konu edinen bir yazısında bu kabullenişi “I. Dünya Savaşı'nda yaralanan ve ömür boyu bir yatağın yalnızlığına terkedilen Fransız şair Joe Bousquet"den bir alıntıyla aktarıyor Ulus Baker: “Yaralarım benden önce de vardı, ben onları bedenimde taşımak için doğmuşum”…

Cinayetin ve katliamın bu denli olağanlaştığı ve sessiz bir kabul gördüğü bir dünyaya direnmenin, ölümü kınamaktan ve sürekli ölüm üzerinden konuşmaktan önce gelen bir yolu var: Gidenin bıraktığı hüznü çoğaltmak. Ölen artık yoktur, çünkü ölüm bu dünyadan değil. O halde ölümün nedenini cinayet bahsinde değil, geriye kalan şeyde aramalı ve hüznü yerinde sonlandırmalıyız. Cem Garipoğlu’nu durduramazdık, Cem Garipoğlu gibi daha yüzlercesini de durduramayız. Bu cinayeti Benny’s Video filmindeki cinayete benzeten bir giri okumuştum İtüSözlük’te. Sanal şiddetle reel şiddet arasındaki açının alabildiğine daraldığı ve insanların reel vakaları sanal bir sorumluluktan öte sahiplenmedikleri üzerine fikirler işleyen yönetmen Michael Haneke’nin bir filmdir. Haneke ve ‘gündelik/nedensiz şiddet’ üzerine bir denemem için http://www.esmerbilgi.com/yazar_detay.php?id=34.

Velhasıl ölenin arkasında bıraktığı boşluğu dolduran hüzün, geriye kalan tek şeydir. Bu duygu halinin çoğalması, ortadaki adaletsizliğin kolektif bir öfkeye yakıt sağlamasından geçer inancındayım. Ölümü olumlayan ve buna kılıf uyduran “Ailesi de kızına sahip çıksaydı” sözü bu tip bir öfke imalatı için makul bir hedeftir. Burada akılda tutmamız gereken bir şey var; ölümün/cinayetin kendisinin münferit bir sebeple vuku bulduğu sürece önlenemeyecek bir doğada oluşları nedeniyle cinayeti kurcalamanın ve magazinelleştirmenin beyhude olduğunu görmeliyiz; ölüm konusunda yapılacak empatinin sınırları öyle çok geniş değildir ve açıkçası “acımız büyük” safsatası medeniyet parodisinin çirkin bir örneğidir. Bu yüzden ölümün arkasında bıraktığı hüznü, adaletsizlik düşüncesiyle karıştırıp öfkeye zerkederek muhatabımızı, yani ölümü olağanlaştıran ve ‘sivil’lerin tedbirsizliğine bağlayan egemen devlet zihniyetini yıkmaya çalışmak, aptal empati çabalarından çok daha yapısal sonuçlar verebilir.

Bu spesifik cinayet vakasına meseleyi bir üst başlığa taşımak suretiyle alınacak kolektif bir karşı-tavrın yollarını düşünmek lazım. Geriye kalan hüzünle boğulan birileri yaşıyorsa aramızda…


itüsözlük - maskeli bar taburesi
http://okyilmaz.blogspot.com

1 yorum 7 Mayıs 2009 Perşembe

Münevver Karabulut olayı birçok olayla benzerlik taşısa da, Türkiye için nadir gelen şanslardan biri. Onu farklı kılan şey, katilinin hatırlı bir işadamının oğlu olması mı ? öyle olmamalı.

Cem Garipoğlu, Münevver Karabulut'un sevgilisi değil katilidir. "Suçu ıspatlanana kadar, herkes
masumdur." sözü akla gelebilir. Kaçanlar için bu söz geçerli değil.

İki boyutta inceleyelim. Önce olayları sonra sonuçlarını.

İki iddia var cinayetle ilgili. Birincisi, Münevver'in Cem isimli "sevgi"lisinin cinsel ilişki isteğini
reddetmesi. Evli çiftler arasında bile tartışmaya hatta cinayetlere götüren bu tür olaylar, "arkadaşlık" safhasında, tecavüz girişiminden başka hiçbir şey değildir. Bu nedenle bir başkasının kızının canına kıyılamaz. Yani Cem denen şahıs, Süreyya-Nagihan Karabulut'un evladını öldürmüştür, "sevgi"lisini değil.

İkinci iddia ise, şahsın babasının, annesini aldattığını Münevver'in bilmesi dolayısıyla cinayetin işlenmiş olması. Münevver'in günlüğünden yola çıkarak, bu ihtimal meydana geliyor. Peki Münevver'i öldürmek sonucu değiştirir mi, değiştirdi mi ? Kendi hatalarını, konuyla hiç alakası olmayanların canını alarak kapatmayı hangi mantık açıklayabilir ? Yanlışı yanlışla kapatmak yerine, yanlıştan dönmek en akılcı çözüm olsa gerek. Ama böyle bir vahşeti uygulayabilenlerden
akılcı bir çözüm beklemek de hata olur.

Sonuçlara gelecek olursak. Katil zanlısı firari. Artık "suçlu kim ?" diye aranmıyor, suçlunun kendisi aranıyor. Aranan kişi Garipoğlu şirketlerinin varisi. Yani hatrı sayılır bir ailenin oğlu. Peki Münevver kimdi ? Nagihan-Süreyya Karabulut çiftinin lise öğrencisi kızları. Onun okulu bittiğinde başına geçeceği bir şirketi yoktu belki. Ama, baba mirasına değil, kendi çabasıyla uzanacağı bir geleceği vardı.

Rolleri değiştirirsek; yani Münevver'in ailesi varlıklı olsaydı, katil zanlısı ne kadar sürede bulunurdu ? Tahmini 1-2 gün içinde. Peki ortalama bir ailenin çocuğu olan Münevver, bu suçu işlemiş olsaydı, ne kadar zamanda bulunurdu ? Yine 1-2 gün içerisinde.

Katil zanlısı 2,5 aydır bulunamıyor.Üstüne üstlük, İstanbul Emniyet Müdürü Celaleddin Cerrah, Münevver'in ailesini, kızına sahip çıkmamakla suçluyor.Birazdan adaletin,bu olayda nasıl tecelli edeceğini belirteceğim.

Cem, Burgaz Rakı'nın şimdiki sahiplerinden Mehmet Nida Gariboğlu ile 38 yaşındaki Makbule Tülay Gariboğlu'nun çocuğu. Olayın basında bu kadar yer almasından rahatsızlar. Çünkü servetleri ve varisleri zarar görecek. Diğer tarafta bir kız çocuğu yok oldu ve ailenin yüreğine ateş düştü.

Kendimden bir gerçek olayla, Münevver'in ailesinin durumunu ve yakalandıktan sonra Cem Garipoğlu'nun akibetini anlatmak istiyorum.

Volkan, 2008 ağustos'unda trafik kazasında yaşamını yitirdi. 23 yaşında. Kamyon sürücüsü, polis raporunda %100 oranında suçlu. Olaydan 8 ay sonra mahkeme 3 yıl 9 ay hapis cezası verdi ve temyize gönderdi. 2,5 yıl sonra sonuçlanacak olan temyizden gelecek karar, tahmini cezanın 2,5 yıla indirilmesi yönünde. Üstelik şuanda serbest. Bilinçli taksirden yargılanmasına rağmen. Sizce bu ceza adil mi ? Bilinçli bir şekilde adam öldürmenin cezası 2,5 yıl olabilir mi ?

Münevver'in ailesi, bütün bu olaylardan arınıp kızlarının acısını bile yaşayamıyor belki de. Ama onlar için hayat bitmiştir.

Peki ya Cem ? Belki 2,5 yıldan daha az, belki de kefaletle, iyi halden(!) para cezasıyla yaşamını sürdürmeye devam edecek. Türk halkı olarak
Münevver'e sahip çıkmazsak, bu olaylar devam edecek. "Cem Garipoğlu'na özendim." diyerek cinayet işleyenler devam edecek eğer birileri istifa
etmezse.

dünyayı kurcalayan adam

0 yorum 5 Mayıs 2009 Salı

kimilerine göre vicdansal masturbasyondur, kimilerine göre ise yanlış olana başkaldırı. önemli olan şudur ki, birileri, bir olaya tepki gösteriyor.

bu da umut vericidir, o nedenle bu da bir semboldür. eğer bir şeyler değişebilecekse, belki münevver üzerinden değişir, belki unakıtan. yeter ki biz tepki vermeye devam edelim.

ha bir de, bu kızımız o saatte dışarı çıktığı için, ailesi korumadığı için bu hale gelmiştir diyen bir eminyet müdürü de vardır, bana yılbaşındaki doğalgaz faciası sonrası açıklama yapan başkent doğalgaz dağıtım a.ş genel müdürü veysel karani demir'i hatırlatan...

eğer ki hesap günü varsa, en çok siz korkun siz.....


kornish

0 yorum

Münevver ‘ in katili – katilleri yakalansın , cezalarını çeksinler. Adalet yerini bulsun.

Birazcık vicdanı olan herkesin istediği şey budur.

Bunu anlamak bu kadar mı zor ?

Difüzyon belgesini çıkarmak için bu kadar beklemek mi gerekiyordu.

Cem Garipoğlu yurdışında ise yutdışına çıkmasına yardım edenler kimler ? Yakalamak çok mu zor onları ?

Artık Karabulut ailesinin yüreğinin soğutulması gerekmiyor mu ?

Münevver ‘ in katili – katilleri bulunsun , adalete teslim edilsin.

Katile – katillere yarıdm edenler bulunsun , adalete teslim edilsin.

Vicdansızlardan hesap sorulsun.

Adalet yerini bulsun.

albertkamuvicdanı

0 yorum 4 Mayıs 2009 Pazartesi

bu olayla ilgili en acı durum olayın ortaya çıkışı sanırım. aileye gidip kızınız kaçırıldı diyorlar. münevverin babası kızın dayısıyla emniyet müdürlüğüne götürülüyor bahçede bir çöp konteyneri, etrafında gazeteciler. adam merak ediyor ne oluyor diye orda birine soruyor. diyorlar ki 17 yaşında bir kızın kafasını kesip çöpe atmışlar. adam anlıyor kız kendi kızı anında yıkılıyor tabi.

aynı manzarayı gözümün önüne getirmeye çalışıyorum. pek iyi olmuyor. boğazım düğümleniyor. yutkunamıyorum. empati diyorum, başaramıyorum. kelimenin sonu gelmiyor. allah bu manzarayı düşmanıma vermesin diyorum bir de sabır... aileye sabır verir mi acaba?

maalesef aileye bu trajedi yetmedi sanırım. hunharca katledilen kızlarının acısından ziyade ailenin yeryüzünde dökecekleri günahları varmış ki mevzunun devamı insanı daha da kahreder nitelikte. bunların neler olduğunu az çok biliyorsunuz. münevverin cenazesinin çöpten çıkması. zengin çocuğunun kaçırılması, ailenin röportajlarda sanki olay kazaymış gibi sütten çıkmış akkaşık rolüne girmesi. ve en nihayetinde emniyet müdürü denilen şahsın kızlarına sahip çıksalarmış gibisinden trajik açıklamaları. merak ediyorum. bu ailenin ne günahı vardı. bu acılar onlara neden yaşatılıyor. ya da kime ne yaptılar.

burdan cem'e seslenmek istiyorum. bir aile düşün seninle hiçbir alıp veremedikleri yok. artı senin o pek sevdiğin, arkadaş olabilmek uğruna 5 ay peşinden koştuğun kızın ailesi. seninle olan arkadaşlığını biliyorlar ama karışmıyorlar. kızın erkek kardeşi sevgililer gününde buluşmak için kardeşini kendi eliyle yanına getiriyor. ve sen bu ailenin kıymetini bileceğin yerde onları kahrettin cem. bu aileyi mahvettin. ve döndün arkanı gittin ya da bir deliğe saklandın. çevrendekiler de bu aileyi üzmeye devam ediyor. biliyorum ki korkuyorsun. hayatının baharında cezaevine düşmeyi kimse istemez. seni anlıyorum ama bu kıza bu aileye borçlusun cem. senin hakkın olmayan münevverin canını aldığın varsayılıyor. senin hakkın olmadan bu aileden kızlarını çaldığın varsayılıyor. borçlusun cem.

herkesin çok iyi bildiği bir daha hiçbir şey münevveri geri getirmeyecek. ama bu trajediyi yaşamış aileye ve münevverin maneviyatına an itibariyle cem garipoğlundan başka temas edebilecek biri yok. o da cem garipoğlunun teslim olması ile mümkün. dediğim gibi münevver geri gelmeyecek bari cem garipoğlu çıkıp da vicdanları biraz olsa rahatlatsa keşke.

comudus

0 yorum 3 Mayıs 2009 Pazar

(bu yazıyı tüm samimiyetimle yazıyorum..tüm açık sözlülüğümle..)
sabah kalktım ve elektrikler kesikti,buna üzüldüm kısa bir süre için çünkü kahvaltı yaparken televizyon seyretmeyi çok seviyorum..kahvaltımı hazırlarken elektrikler geldi ve ben çocuklar gibi şenlendim hemen..uzun bir kahvaltı,aylak aylak yaşanılan bir dizi saatten sonra,günlerdir yazmayı düşündüğüm bu yazıyı artık yazıyim düşüncesiyle,sorumluluk sahibi bir insanın tavrıyla bilgisayarımı açtım yeşil çayımı yudumlarken..ekrana bakarken bir anda gerçeği farkettim..günlerdir aklımda olduğunu sandığım şeyi aslında hiç düşünmüyordum..hatta çok açık bir şekilde itiraf ediyorum,münevverin haberini bir kez duyduktan sonra,o vahşeti,o aklımı başımdan alan, kanımı donduran haberi bir kez duyduktan sonra ne bir daha haberini izledim,ne de okudum..televizyonda münevverin fotoğrafı ile her karşılaşımda çevirdim kanalı..bir kaç gün önce bana "yazar mısın?" diye sorduklarında aklıma sadece dehşet verici cinayetin her kez tarafından tekrarlanan kilit sözcükleri geldi..kesilen baş,bavul,çöp konteynırı..2 ay oldu ve ben her şeyi unutmuştum bilinçli bir şekilde..yo yo,ben bu ruh haliyle yazmıyorum şu anda..tam 2,5 saattir gazete haberlerini,röpörtajları hatta youtube'dan münevverin fotoğraflarını inceliyorum..artık birşeyler yazıcak kadar konuya hakim,bilgili ve doluyum..fakat münevverin talihsizliğinden,caninin vahşiliğinden,adaletin yoksunluğundan bahsetmiycem bu yazıda...
bu gereksiz ayrıntıları neden mi verdim?..bir şeyi açıklağa kavuşturmak için..amacımızı sorgulamak için..unutmamaya çalişmak..ama şu dünyayı yaşanır kılan tek şey unutmak değil mi?..unutkanlığın Tanrı'nın bir lütfu olduğunu düşünüyorum..ya da bir özürü bize karşı..bu dünyada insanoğlu için kaldırılması imkansız acılar yaşanıyor ve bir çoğunu insanlar kendi kendilerine yapıyor..geri kalan kısım Tanrı'nın başının altından çıkma...ama insanoğlunu yaratıp başı boş bırakan da kendisi zaten..acıları unutturmak Tanrının akıl alır tek olayı belki de..
unutulduğu zaman anlamsızlaşan insan değil adalettir,bu yüzden adaletin hep aynı yerde,eşitlik rafında kalması gerek..
utanılacak şey ise bir kızın erkek arkadaşıın evine gitmesi değildir..hatta cinsellikte değildir..adaletin yerini bulmadığı yüzlerce davanın bulunduğu bir ülkede "unutmak" gibi bir insani duyguyu yaşadığım için bilgisayarımın monitörüne, kendi yansımama küfretmektir..bu suçluluk duygusunu bana yaşatmak utanılacak birşeydir..unutmamamız gereken olayların olması utanılacak bişeydir..
empati yapıp kendimi tek tek koydum kişilerin yerine evet...münevverin ailesi olduğumda şaşırdığım bir duygu ölüm duygusuyla başa başa gidiyor hatta bazen bastırıyordu...kızım öldürülmüştü..ama bıçaklanıp kaçılmamıştı,ya da bir yere gömülmemişti..parçalanıp bir çöp konteynırına atılmıştı..çöp gibi..bu duyguyu kelimelerle nasıl anlatırım bilmiyorum..değersiz görüp öldürdüğün bir insana yapabileceğin en büyük hakaret bu sanırım..bir yumurta kabuğu gibi,boş bir cola şişesi gibi..9 yaşında yurtdışına bir anda gönderilen bir çocuk sanırım bunlardan daha fazla değerli hissedebilir kendini..ama o değer de sadece para ve güç olur..katilin vahşet anlarında kendimi onun yerine koyamadığım gibi,babasının yerine de koyamıyorum..ben anlıyorum ki babası benimle o kadar zıt,o kadar farklı ki...ha bir de celalattin var kendimi yerine koyamadığım..çok yanlış fikirlerle çok yanlış karakterlerde olsan bile,açık açık kötü bir insan olsan bile bence biraz zeka taşıyıp susmayı bilmelisin..bu kadar kendilerini belli eden insanlar oldukları için empati yapmaya çalişan tarafım acıyor hep hallerine...
acınılacak şey bu değil tabi ki..acınılacak şey her boktan olayın kadınların başına patlaması.. kadın olduğum için evimin bulunduğu sokağa girerken başımı dahi kaldıramamam,laf atmaları duymamazlıktan gelmek zorunda kalmam..erkeklerin sahip olmayı beceremedikleri bir sıfatı bacaklarımın arasında bana taşıtmalarına, kafam kesilip çöpe atılsa bile engel olamayacağımı bilerek yaşamam..böle olmasını isteyen sürülerce insanın arasında,onlar tarafından yönetilerek,onlara borçlanarak ve belki ilerde kendi kızımı onlarla başbaşa bırakarak gitmek zorunda kalacağımı bilerek..yaşamam..işte acınılacak şey de bu..

münevver öldü,katil kaçtı,celalettin konuştu..
fiilerden bahsetmenin bir anlamı yoktu..

ölümsüz olan hissettirdikleridir..

http://www.icimedenses.blogspot.com/


uzaktan bakan hatun

1 yorum

itü sözlük yazarlarından diazepam'dan


...

"cem gariboğlu’na açık mektup

her katil cinayet işlediği yere geri dönermiş...

bilmiyorum ne derece doğru, cinayet işleyen kişilerin psikolojisi üzerine ahkam kesmem klasik bir “closer”, “csı:ny” bilemedin “without a trace” izleyicisi kadar olacaktır, ama insan olarak tahmin edebiliyorum ki bir katilin vicdanı cinayet işlediği yerden asla ayrılmaz. münevver karabulut’un cesedinin, parçalanmış cesedinin bir çöp konteynerinde bulunmasının üzerinden 60 küsur gün geçti, dile kolay iki ay. suçu ispat edilene kadar herkes masumdur ama sen vicdanlarda mahkûmsun cem, çünkü kaçtın. çünkü gencecik bir kızın bedenini hoyratça parçaladın, ruhunu, gülüşünü, muhabbetini bu dünyadan aldın götürdün. götürdün diyebiliyorum çünkü suçsuz olduğunu düşünen birinin ortadan kaybolmasına başka türlü bir yorum getiremiyorum.

daha bugün bir yazı okudum gazetede, çocuklara ölümü anlatmak üzerine. çocuğunuza asla ölüm konusunda yalan söylemeyin türü nasihatler verdikten sonra şöyle demiş bir psikolog “çocuğunuzun ölen evcil hayvanını, mesela kuşunu asla çöpe atmayın, bu onda tamiri zor kişilik bozulmalarına yol açabilir.” oysaki sen süreyya ve nagihan karabulut’un biricik evlatlarını çöpe attın cem, belki onlar çocuk değil, kişilik bozulmaları olmayacak ama ya içlerinde açılan kocaman delik? o delik nasıl kapanacak cem? bunları düşünmediğini biliyorum, büyük ihtimalle sen şimdi korunaklı olduğunu düşündüğün bir yerde kendinle hesaplaşma derdindesin. senin bu hesaplaşmayı yapmayacak kadar insani duygularından arınmış olduğunu düşünemiyorum. senin için alkol problemi vardı, cinayet filmleri izlerdi deniyor, olabilir bunlar yaşadığın gerçeklikten bir kaçış olabilir senin için, ama ya vicdanın? onu da köreltebiliyor mu yediklerin içtiklerin? gece yatağına uzandığında uyuyabiliyor musun aklına münevver'i getirmeden. hiç ağlama krizlerine girmiyor musun?

ne kadar süreceğini sanıyorsun cem? ne kadar süre kaçıp saklanacağını, ailenden, arkadaşlarından, toprağından uzakta yaşayacağını sanıyorsun? acaba gün gelip de unutacağını mı düşünüyorsun bu faciayı? diyelim ki 60 yaşında yakalandın ve ömrünün sonuna kadar hapse atıldın, sanıyor musun ki "olsun en azından yıllarca kaçtım hayatımı yaşadım" diyebileceksin. senin durumun münevver'den de kötü cem, münevver katledildi, göçtü gitti, ama sen? sen o vicdanla yaşamak zorundasın. geceleri kâbuslar görecek, yıllar geçse de münevver’in yüzünü unutmayacaksın, o gece eline bulaşmış olan seni seven, bir ihtimal senin de sevmiş olduğun insanın kanının kokusu burnundan hiç gitmeyecek. ellerini her dakika yıkasan da bir kırmızılık kalacak elinde.

ben bir babayım cem, daha çok taze bir babayım ama babayım. değil evladımın öldürülmesi, hastalanması bile geceleri uyumamam için yeterli bir sebep. o yüzden anlıyorum münevver’in ailesini, tv’de, gazetede kızlarının resmini her gördüklerinde, senin adını her işittiklerinde, ne zaman bir gitar kutusu, çöp konteyneri lafı geçtiğinde içlerinden geçeni anlıyorum. senin de anlamanı isterdim, münevver'in annesi nagihan hanımın "cem oğlum gelsin anlatsın niye böyle olduğunu" deyişindeki samimiyeti, sana hala “oğlum” diyebilmesindeki duyguyu anlamanı isterdim. tahminimce okumuyorsun türk medyasını, izlemiyorsun haber bültenlerini, bu bir savunma mekanizmasıdır okuma, izleme bir şey diyemem. zaten bu medya günün birinde bırakacak bu olayın peşini merak etme, cem adı, münevver adı çoğumuza hiçbir anlam ifade etmeyecek, silinip gidecek bizim hafızalarımızdan. gönül ister ki unutmayalım ama unutacağız biliyorum. ancak sen kendini susturamayacaksın cem, vicdanın susmayacak. sen onu dinlememeye çalışacaksın ama o kendini duyuracak. kemirecek seni, tüketecek, ilahi adalet dedikleri bu işte. sen hapishanede dört duvar arasında çekmediğin cezanı, kendi içine ördüğün duvarlar arasında çekeceksin.

nereden mi biliyorum bunları? ben senin içinde de insaniyet adına bir şeylerin kalmış olduğuna inanmak istiyorum ve eğer bu inanmak istediğim şey doğruysa cem, sen yukarıda saydıklarımın hepsini çekeceksin. günün birinde yakalanırsan ki er geç yakalanacaksın, “vicdanımı susturamadım” diyeceksin. işte ben o gün bu yazımı senin yattığın hapishaneye yollayacağım, üstüne bugünün tarihini koyarak."

http://diazepam-ayakizleri.blogspot.com/

0 yorum 2 Mayıs 2009 Cumartesi

böyle insanlar var hayatımızda, bunca vahşetin arasına, "örf, aile, kızlarımız, toplumsal" gibi kelimelerle süsledikleri ikiyüzlü hayat felsefelerini sıkıştırmayı becerebiliyorlar. temelde çok ama çok korkuyorlar aslında..."bir insanın başına kötü birşey gelmişse mutlaka onda bir hata olmalı" diye düşünen zavallı kafa yapısının temelinde bu korku yatıyor. çünkü eğer doğruysa söylenen, kurbanın kendisi ve ailesinin suçu varsa bu olayda, onlara birşey olmama ihtimali var. "dünyada kötülüğü hak edenler ve etmeyenler vardır ve ben hak etmeyenlerdenim, öyleyse bu olanlar benim başıma gelmez" diyerek olan bitene tahammül edebiliyorlar ancak. korkuları o kadar büyük ki, biricik kızlarını korkunç bir cinayette kaybetmiş acılı bir ailenin canını daha çok yakma pahasına rezil yaşam reçetelerini fikir diye, değer diye önümüze sunabiliyorlar. masumun, kurbanın, mağdurun bu kadar belli olduğu bir olayda bile, saygısızca berbat zihniyetlerini insanlığa sergilemek için fırsat kollayabiliyorlar. ama yeter! sıktı artık bu hayatını kadınlarla alıp veremedikleri üzerine kuran kalabalık. bu kadar kolay olmamalı acılı insanların canını yakmak. bir bedeli olmalı bu söylenenlerin. bu genç kızın nasıl yaşadığı, ailesinin neye izin verip vermediği sizin konunuz değil beyler bayanlar.


zirgulelihicaz

0 yorum

Münevver..

Yazıyı yazarken fotoğrafına bakıyorum bakmasam da suretin aklımda zaten. Kendimi senin yerine koymaya çalışıyorum, olmuyor. Son nefesimi vermemişken bir testerenin tırtıklı dişleri ile boğazıma dayandığını, o testereyi tutanın da hayatımı adadığım adam olduğu düşüncesi çok acı, katlanamıyorum. Hani insanlar son nefesini verirken hayatlarında hiç olmadığı kadar huzurlu bir nefes alırlarmış ya, ben inanmıyorum. Senin ölmeden önce aldığın son nefesin acıdan ve şaşkınlıktan başka bir şey taşıdığına inanmıyorum. Hayatının en mutlu günlerini belki 17 yaşına kadar yaşadın, belki bir daha hiç öyle mutlu olamayacaktın, bunu bilemem, kimse bilemez. Ama sen 17 yaşında bir cani tarafından bütün hayalleri elinden alınmış cansız bir beden, nefessiz bir ruhsun. O cani ki senin anne olma hakkını elinden aldı, o cani ki senin gülen gözlerini herkesten mahrum bıraktı, o cani ki senin yaşama hakkını elinden aldı, o cani ki hala yakalanamadı..

Çektiğin acıyı yok etmek isterdim, yapamıyorum, affet.


Cem..

Kızlarına sahip çıkamayan(!) bir aile kızını ortadan kaldırdığı için ne kadar gurur duysan az toplumun senin gibi çocuklara(!) ihtiyacı var cem, lütfen ortaya çık!


Celalettin Cerrah..

Vicdan sahibi olmayan bir insan baba da olamaz, gördüğüm en kötü babasın sen!

***
Okuduklarım, okumaya devam ettiklerim, gördüklerim, duyduklarım… vahşice işlenen bir cinayet, yardım ve yataklıktan tutuklu bir baba, villasındaki kan havuzunu önemsemeyip olağan karşılayan bir anne, boğazı kesilerek öldürülen, güzel bedeni bir çöp konteynırına çöp gibi atılmaya layık görünen bir kız, kızının katili bulunsun diye çırpınan bir baba, yavrusunu son bir kez bile görmeyen, bedeni yıkanırken yanında olamayan bir anne..

bırç

1 yorum 1 Mayıs 2009 Cuma

aslında artık türkiye'de işlerin nasıl döndüğünü, insan canının değerinin ne kadar hafife indirgendiğinin bir kanıtı olan genç kızımız... bir insanın canına kıyılıyor üstelik bir insanın hiçbir zaman haketmeyeceği bir şekilde, mide bulandırıcı bir şekilde... adli tıp raporuna göre münevver'i öldüren darbe vücuduna yediği bıçak darbeleri değil. düşünebiliyor musunuz kızcağız ölmeden canlı canlı testere ile kesiliyor. cinayetin failleri alenen belliyken bir şekilde sürekli örtbas ediliyor. yetkili kişiler münevver'in ailesini teselli etmek yerine suçluyorlar kızlarını gece dışarı çıkmasına izin verdiler diye! sevgilisi varmış diye!! eğer bu şekilde hafif! bir kız gibi davranmazsa başına böyle şeyler gelmezmiş diye! namustan, edepten bahsedenler vicdanları sızlamadan bir ölünün arkasından bu yorumları yapabiliyor nedense, katili bulmak haricinde her şeyi yapıyorlar.. bu saatten sonra katilin bulunması münevver'i geri getirmez ya da iğrenç bir şekilde öldürüldüğü gerçeğini de değiştirmez.. ama isyanım yaşadığım ülkede bir insan canının bu kadar ucuz olması, gücün; paranın en iğrenç gerçekleri bile örtebilmesi...

kertenkelebek

0 yorum

sıradan bir ölümün değil aynı zamanda gericiliğe karşı bir mücadelenin de sembol ismidir artık münevver karabulut. ve aynı zamanda kadın haklarının da... bir kız kafası kesilerek öldürülüyor, ardından emniyet müdürü çıkıp: "kızlarını takip etselermiş ya." diyor. münevver karabulut'u savunmak, olayın aydınlatılmasını istemek, celalettin cerrah'a küfür etmek istemek... bunların hepsi aynı zamanda emniyet müdürlüğünü fethetmiş olan gerici düşünceye bir tokattır. "kızlarını takip etsinler" diyen bir emniyet müdürü'ne karşı münevver'in ve daha nicelerinin yanında olmak bir insanlık görevidir. görevini yapmak yerine ahkam kesen, hala daha kadınları takip edilmesi gereken canlılar olarak gören bir zihniyete karşı açılmış isyan bayrağı sadece bir ölüme yaygara koparmak mıdır? hayır...bu ölüme yaygara koparmak değil, bir çok tersliğe açılan bir savaştır.

onurene

0 yorum

evet arkadaşlar, bugün ayşe armanın yazısında da belirttiği gibi olay derinine inildikçe iyice çirkinleşiyor. münevver boğazı kesildiği sırada yaşıyormuş... ne yaparsak yapalım, ne ailesini ne onu sevenleri ne de bizleri rahatlatmayacak yine de biz elimizden bu kadarı geliyorsa bu kadarını daha fazlası geliyorsa daha fazlasını esirgemeyelim. katkıda bulunan herkese teşekkürler. http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/11554689.asp?yazarid=12&gid=61

bırç

0 yorum

My name is Celalettin Cerrah, and i am a Police Officer.

Bugün tv'de 1 mayıs haberlerini izlerken, Taksim meydanında yapılan gösterilerin dağılmaya başladığı an özellikle dikkatimi çekti. Celalettin Cerrah sanki bir padişah edasında gösterilerin son anlarını izlemekteydi.

O anı gören arkadaşlar eminim farketmişlerdir, bir eli cebinde, kendisinden bu derece emin yürüyüşü, tavırları, her lafım emirdir benim halleriyle; Celalettin Cerrah krallar gibiydi taksimde...

Peki madalyonun diğer yüzü ne, bizi ilgilendiren yanı nedir? Açıkcası o pos bıyıklı, işçiler karşısında aslan kesilen kişiden daha fazla şey bekliyor gönül. Münevver için, gelecekte olabilecek her türlü benzer olay için... Kusura bakmayın olumlu bakamıyorum, her geçen gün yeni bir travma yaşayan ülkemde, kendimi güvende hissedemiyorum artık. Ve anlıyorum ki, benim ya da sevdiklerimin sonu zavallı, gencecik Münevver gibi olsaydı, yine o pos bıyıklı adam aynı yorumları yapacak mıydı acep diye merak ediyorum. İçim ürperiyor dostlar, ve bu sebeple her geçen gün, katillerin bulunamadığı her an, Münevver'i unutmamamız için, ve yine yeniden bu meseleyi hatırlatmak için, hatırlamamız için çabalıyorum.

sir gerard uth mondar,

ekşi sözlük

0 yorum

kendisine, ailesine haksızlık yapılmış biri münevver karabulut. şiddet öylesine etkin ki başına gelenlerde, anne ve babasını artık normal bir uyku uyayabileceklerini sanmıyorum. alelade bir ölüm bile sevdiklerine acabalar yaşatırken, böyle bir ölüm insanı suçluluktan duygusundan öldürebilir. bu cinayetin aydınlanması en çok da çaresiz iki insanın huzura kavuşması için önem taşıyor. çünkü münevvere bir faydası olmayacak katilinin hüküm giymesinin.

suç ve ceza, toplumsal yarar ve mutlak adalet için ihdas edilir. bu cinayet empati yaptığında uykuları kaçan anne babalar için, artık sağlıklı bir uyku uyuyamayacak münevver’in anne ve babası için çözülmeli. şu şartlarda oluşan parası olan korunur imajı, parası olan heyecanlılarda da değişik algılar oluşturabilir. zanlının kimliğiyle ilgilenmiyoruz. sadece vicdanları yaralayan bu ihmal bitsin istiyoruz

ekin tarlasındaki kırmızı alıç ağacı

.
0 yorum

Celalettin Cerrah'a kızmıyorum. Daha doğrusu şöyle düzelteyim: kendisinin söylediklerine şaşırmıyorum. Çünkü Sayın Cerrah toplumun büyük bir kesiminin duygularına tercüman olmuş vaziyette. Öyle ya, bizim ülkemizde bir kızın 16-17 yaşlarında evlenmesi/evlendirilmesi, çocuk sayılabileceği bir çağında "kadınlık" misyonunu üstlenmesi gaaayet normal sayılıyorken ve bu durum davul zurna ikilisi eşliğinde kutlanıyorken; aynı yaşlardaki bir kızın birini sevip, birine güvenip, bi' ilişki kurması son derecede ahlak dışıdır. Peki mesela Münevver Cem'le evli olsaydı ve ya Münevver Cem'i tanımayıp zorla kaçırılsaydı da aynı şekilde öldürülseydi, Sayın Cerrah ve muadili kişiler ne diyeceklerdi; inanın merak ediyorum. Sanki kadının -tamamen onların normlarına uymasına rağmen- bu tür olayların içinde kendisini bulması hiç vaki değilmiş gibi, konunun Münevver'in Cem'in evine gitmesi etrafında dönüp durmasını anlamlandıramıyorum. Dahası aynı soruları/keşkeleri beyninde binlerce kere döndürmüş ailenin bir-lerce kere daha yaralanmasından üzüntü duyuyorum.

Toplumun sevgiye bakış açısı bu kadar hastalıklıyken, pek tabii ki de yanlış yapmıştır Münevver ve ailesi. Mevcut hastalıklı vaziyeti düzeltmek/yıkıp yerine yenisini inşa etmek varken; yazık ki konuşulan tek şey önlemlerin nasıl alınması gerektiği. Genç bir kıza yaşamına devam edebilmesi için akşam ezanından sonra dışarı çıkmaması, çok gülmemesi, çok gezmemesi, çok bilmemesi, erkek arkadaş edinmemesi, ediniyorsa da sonuçlarına katlanmayı önceden kabullenmesi -yani bildiğin paranoya hâli- öğütleniyor örneğin. Bir erkeği tacize/tecavüze/cinayete yönelten sebepler? Puf! Onlar konuşulmasa da olur. Aman da benim paşa oğlum. Olan olmuş zaten. Önlemlerimiz bize yeter de artar... Peki o önlemlerin yetmediği yerler? Aile içi şiddetler, tacizler, tecavüzler? Annesiyle sokakta yürürken göz göre göre kaçırılıp tecavüz edilen Serpil öğretmenler? Suyuna da pişirilen pilavlar sonra? Onlara ne olacak? Hmm, hasır altı yaparız gider ne de olsa...

***
Sonra her gün görüyorum, duyuyorum ve bu görüp duyduklarım karşısında ne yapacağımı şaşırıyorum. Televizyonlarda kendilerini paralıyor "duyarlı" abilerimiz/ablalarımız: BEN BURADAN AİLELERE SESLENMEK İSTİYORUM! ANNELER, BABALAR! LÜTFEN GENÇ KIZLARIMIZA SAHİP ÇIKALIM! Kimse erkek çocuklara sahip çıkmaktan bahsetmiyor fakat. Kimse erkek çocuklara kadının bir "kim?" olduğunu anlatmıyor yahut. Kadının "ne?" idüğü belirsizliği bazen böyle bir cinayet, şöyle bir tecavüz, öyle bir taciz hikâyesiyle tamamlanıyor. Katiller bırakılıp maktûller sorgulanıyor, suçlanıyor, yargılanıyor. Hani güç yetse mezardan çıkarıp bir de cezalandıracaklar, ööylesi bir arsızlık, dizin boyunu çoktan aşmış.
***

Hoş, aileler bile kız çocuklarına "benden sorumluluğu çıksın da ne yaparsa yapsın" zihniyetiyle yaklaşıyorken; bir arkadaştan, bir sevgiliden, bir bilinmeyenden böylesi bir duyarlılık beklemek saçma ama: I have a dream. Birileri her gün emniyet mensuplarına, bakana başbakana, vatana millete övgüler yağdıradursun; paranın/gücün/iktidarın karşısında küçücük çocukların çöpe atıldığı bir ülkede yaşıyorum ben. Ne güzel İstanbul lan! Yani bravo sana Cem, ülkeni güzel çözmüşsün, tebrik ederim. Hiç öyle saklanma ihtiyacı hissetmeden, evinin içinde pijamaların üstünde rahat rahat işlemişsin cinayetini. Bak biz bugün burada yüce Türk milleti olarak senin haklı sebeplerini bile araştırıyorken, sırf cinsiyeti farklı olduğu için olayın mağduru/edilgeni/kaybedeni olan Münevver'in kabahatini deşiyoruz. Görüyo musun ve ne kadar zeki olduğun için kadehini şerefime kaldırıyor musun oğlum? Sen, senin gibiler ve senin gibileri yaratan hastalıklı insanlar/düşünceler sayesinde ben;

otobüse, minibüse bindiğimde her daim arkamı kolluyor, mümkün olduğunca az erkek arkadaş ediniyor, belirli bir olgunluğa erişmiş olmama rağmen akşam 9'dan sonra dışarıdaysam tedirgin oluyor, bu tedirginliğimi başımı öne eğip hızlı adımlarla kutsuyor ve değil sevgilime güvenmek babama bile güvenmekten imtina ederek üzerime düşeni yapıyorum. Yine de dayak yiyor, taciz ediliyor, tecavüze uğruyor, öldürülüyorum. Yetmiyor, yetkili ağızlardan ağzımın payını almaya devam ediyorum.

Sana gelince; "love is the funeral of hearts" dedikleri bu değildi canım Münevver, senin ruhun şad olsun.

- dünya kavuniçi -

0 yorum

Hep diyoruz ya insan olmak sosyal olmaktır diye, insan olmak paylaşmaktır, direnmektir, hak aramak, hak vermektir. İnsan olmak yaşamaktır. Üstelik tek başına değil, tüm insanlarla tüm çiçeklerle böceklerle... insan olmak yaşadığın tüm hayatı hayatın içindeki tüm canlılarla ortak paylaşmaktır. hiçbir canlının yaşam alanına, hiçbir canlının yaşam hakkına sınır koymamaya çalışmaktır.


İnsan olmak sevmektir. sevgiyi paylaşmak, paylaştığın sevgiyi büyütmektir. çiçek koklamak veya berrak sulara dalmak gibi bir şey olsa gerek bu sevgiyi büyütmek.


Neyse; tanımlardan oluşan hayal aleminden kalkıp pencereden dışarıya bakmak da insan olmanın o asıl tanımlarından biridir. Beyindeki yaşamla pratikteki yaşam arasında bazen tuhaf, anlaşılmaz, kabul edilemez, mide bulandırıcı arızalar çıkabiliyor. Bu arızaların çıkabiliyor olması kabul edebileceğimiz anlamına geliyorsa eğer bu beklentide olanlar çok yanılıyor.


Unutmamak gerek insan olarak diğer hemcinslerimizle paylaştığımız bu hayatta başka cinslerin birbirine yapamayacağı terbiyesizlikleri biz kendimize yapmaya başladık. Bu mevzuların sadece Münevver Karabulut ya da Cem Garipoğlu üzerinden konuşuluyor olması açıkcası beni çok rahatsız ediyor. Bu memlekette üç kuruşluk para üstü için gençler kalbinden bıçaklanıyor, töre için kadınlarımızın şehirlerin en işlek caddelerinde öz ağabeyleri, öz babaları tarafından hançerlenebiliyor. Barış gelinlerinin üzerinden buldözer gibi geçen “adam”larımız var. 6 yaşındaki çocukla aylarca cinsel ilişkiye girebilen, cinsel açlığını gidermek için at kiralayan mükendislerimiz, mimarlarımız doktorlarımız var. Polis kıyafetiyle gazinodan şarkıcı kaçıran, defalarca tecavüz eden külhanbeylerimiz var. Herşeyin ötesinde bahsi geçen tüm bu pisliklere sahip çıkan bir sistemimiz, demokrasimiz, cumhuriyetimiz, dinimiz, ülkümüz ya da sosyal ahlağımız var.


Evet biz büyüdük ve kirlendi dünya. Hani 15-20 yıl önce ilkokul sıralarında bize öğretilirdi; , "Türk misafirperverdir, Türk hoşgörülüdür" hani bize öğretilirdi "aç yaşlı teyzeye çorba götürmek"… Bize hiç öğretilmedi yaşlı teyzenin bacak arasının bizi tatmin edeceği, bize öğretilmedi kundaktaki bebekten alacağımız cinsel haz!..


Haftalardır tadım yok. Bir kızım hiç olmadı, hiç kızkardeşim olmadı. Elbette sevgililerim oldu ama hiç bir kadına, bir kıza nasıl sahip çıkılır öğrenemedim. Hiç bir kadına sahip çıkmak için onu kısıtlamak gerektiği fikri aklımın ucundan bile geçmedi. Şimdi öğreniyorum ki sevmek sahip çıkmakmış, sahip çıkmak kısıtlamakmış. Takip etmek gerekiyormuş, gölge olmak lazımmış. Hatta okula göndermemek, çarşıya gitmesine izin vermemek, canlı müzik dinleme zevkini tattırmamakmış bir kızı, bir çocuğu bir yavruyu sevmek.


Sayın Cerrah; Biz sevgimizle Münevver'in katledilmesine izin verdik. Biz sevgimizle Pippa'yı ezdik. Güldünya'nın dünyasını kararttık sayın Cerrah... Biz suçluyuz. Biz toplum olarak bu sevgiyi beslediğimiz için, çocuklarını sokaklara özgürce salan babaları, anaları afaroz etmediğimiz için suçluyuz biz sayın Cerrah...


Bu bir itiraftır sayın Cerrah, yasalarınızı, kelepçelerinizi alın ve tutuklayın bizi ...


Ha, birşey daha var sayın Cerrah; Koskoca bir toplumu çocuklarına sahip çıkmamakla suçlayabilirsiniz. Çocuklarını sokağa özgürce çıkardığı için suçlanan bu halk sokağa her çıkışınızda yüzünüze tükürme erdemini de gösterecek kadar mağrur bir halktır. Siz iki aydır bul(a)madığınız katili savunmakla, suçu ve suçluyu gizleyip mağdura çamur atmakla suçu ve suçluyu övmüş olmuyor musunuz sayın Cerrah?


60 gündür yakalamadığınız katil aramızda dolaşıyor sayın Cerrah? Koskoca İstanbul Emniyeti’ni, Türk Adaleti’ni atlatıp aramızda dolaşıyor. Belki de yetki alanınızın dışına çıkma “başarı”sını gösterdi. Bir “başarı” timsali, örnek şahış misali aramızda dolaşıyor. Sayenizde…


Üç gün önce Bursa’da 26 yaşındaki sevgilisi Zeynep Silku’yu öldüren Yurdakan Buğra Orki “Cem Garipoğlu gibi düşündüm” dedi. Artık katiller de Cem Garipoğlu’nun ne kadar başarılı bir adam olduğunu düşünerek kendisini örnek alacak Sayın Cerrah. Sayenizde…


Cem Garipoğlu;


Bunu da ailene yazıyorum. “Çocuklarına sahip çıkamadıkları” için utanmaları gereken ailene yazıyorum. Seni 9 yaşından itibaren bir yarış atı gibi o ülkeden o ülkeye, o kıtadan öbürüne gönderen, altı yedi dil öğrenmen, kolejlerde büyümen, patron olman, insanları doğrayan bir katil olman için elinden gelen herşeyi yapan ailene yazıyorum.


Hiç oğlum olmadı, bir oğul büyütmek ne demek inanın bilmiyorum. Ama bir oğul olmak ne demek onu ailem bana öğretti. Hiç pisliklerimi temizleyen, suçlarımı gögüsleyen bir ailem olmadı. Bana araba alamadılar, kolejlere gönderemediler bırakın yabancı dili yüzmeyi bile öğretemediler. Bana yaptıkıları en büyük iyilik; insan olabilmem için ellerinden gelen her türlü çabayı göstermeleriydi. Hep “ayıp oğlum”, “o da bir insan oğlum”, “şu karpuzu da arkadaşın Ahmet’e ver oğlum” diye büyüttüler. Ailem yüzünden hiç şef olamadım, hiç sınıf başkanı, müdür, ya da mahalle arası futbolunda kaptan olamadım ben. Ama annemin babamın eli kanlı oğlu da ol(a)madım. Dünyaya bir kahraman getirdiniz. Gurur duyun…


Yazarlar, sanatçılar, senaristler, yönetmenler, satış müdürleri, mühendisler, doktorlar, hacılar, profesörler, bakanlar, başbakanlar; katil düğünlerinde, katil cenazelerinde götünüzün kollanması için siyah gözlükleriyle poz veren siz okurlar; asıl suçlu sizsiniz. Ben de sizin kadar ortağım bu suça. Eserimiz çöp konteynırınndaki gitar kutusunda. Eğer yarattığımız toplum için utanamıyorsak Münü’nün gözlerine bakarak alkışlayalım kendimizi…


nacizanebilgi - eppur si muove

0 yorum

hayalleriyle, umutlarıyla, sevinçleriyle kederleriyle yitip giden, hepimiz gibi bir insan, daha da ötesi genç. yeminli ahlak bekçilerimizin, anasına babasına "sahip çıkaydınız kızınıza" dillendirmesiyle daha da sahiplendiğimiz, el verdiğimiz arkadaşımızdır.

her ölümün erken olduğu, sonucu gereği de her ölümün kötü olduğu söylenir. çoğu kez temsilidir bu ifadeler, hayatını yitirene hürmet belirtmek için dile getirilir. ne acıdır ki, bu meşum sözler, münevver için dillendirildiğinde gerçeğe terfi ediyor: çok erken ve çok kötü.

yasını tutuyor, acını ve şu sıralar çok daha fazla yaşadığını tahmin ettiğim hüznünü paylaşıyorum münevver. vicdan sahiplerinin yanında olduğunu bil ve rahat uyu.


kaltwinter

0 yorum 30 Nisan 2009 Perşembe

itü sözlük'ten triangle:


yüksek yerlerde* kan bağı bulunan genç bir adamın, hayatını elinden aldığı genç bir kızdır. işte öyle bir teşkilattır ki canımı emanet ettiğim, elini uzatamadığından veya uzatmak istemediğinden; çoktan hayatı sona ermiş bir kıza ve çaresiz bekleyen ailesine yüklemeye çalışmaktadır nihayeti. hayır, kimse inandıramaz buna ki; memleketimin, toprağını eken çiftçimi sussun diye nasıl 1 günlüğüne içeri alıyorlarsa, nasıl hakkını savunan işçimin üzerine yürüyorlarsa; işte bu kendini bilmez adamın da üzerine yürüyüp, deliğinden çıkaracaklardır.