1 Mayıs 2009 Cuma

Hep diyoruz ya insan olmak sosyal olmaktır diye, insan olmak paylaşmaktır, direnmektir, hak aramak, hak vermektir. İnsan olmak yaşamaktır. Üstelik tek başına değil, tüm insanlarla tüm çiçeklerle böceklerle... insan olmak yaşadığın tüm hayatı hayatın içindeki tüm canlılarla ortak paylaşmaktır. hiçbir canlının yaşam alanına, hiçbir canlının yaşam hakkına sınır koymamaya çalışmaktır.


İnsan olmak sevmektir. sevgiyi paylaşmak, paylaştığın sevgiyi büyütmektir. çiçek koklamak veya berrak sulara dalmak gibi bir şey olsa gerek bu sevgiyi büyütmek.


Neyse; tanımlardan oluşan hayal aleminden kalkıp pencereden dışarıya bakmak da insan olmanın o asıl tanımlarından biridir. Beyindeki yaşamla pratikteki yaşam arasında bazen tuhaf, anlaşılmaz, kabul edilemez, mide bulandırıcı arızalar çıkabiliyor. Bu arızaların çıkabiliyor olması kabul edebileceğimiz anlamına geliyorsa eğer bu beklentide olanlar çok yanılıyor.


Unutmamak gerek insan olarak diğer hemcinslerimizle paylaştığımız bu hayatta başka cinslerin birbirine yapamayacağı terbiyesizlikleri biz kendimize yapmaya başladık. Bu mevzuların sadece Münevver Karabulut ya da Cem Garipoğlu üzerinden konuşuluyor olması açıkcası beni çok rahatsız ediyor. Bu memlekette üç kuruşluk para üstü için gençler kalbinden bıçaklanıyor, töre için kadınlarımızın şehirlerin en işlek caddelerinde öz ağabeyleri, öz babaları tarafından hançerlenebiliyor. Barış gelinlerinin üzerinden buldözer gibi geçen “adam”larımız var. 6 yaşındaki çocukla aylarca cinsel ilişkiye girebilen, cinsel açlığını gidermek için at kiralayan mükendislerimiz, mimarlarımız doktorlarımız var. Polis kıyafetiyle gazinodan şarkıcı kaçıran, defalarca tecavüz eden külhanbeylerimiz var. Herşeyin ötesinde bahsi geçen tüm bu pisliklere sahip çıkan bir sistemimiz, demokrasimiz, cumhuriyetimiz, dinimiz, ülkümüz ya da sosyal ahlağımız var.


Evet biz büyüdük ve kirlendi dünya. Hani 15-20 yıl önce ilkokul sıralarında bize öğretilirdi; , "Türk misafirperverdir, Türk hoşgörülüdür" hani bize öğretilirdi "aç yaşlı teyzeye çorba götürmek"… Bize hiç öğretilmedi yaşlı teyzenin bacak arasının bizi tatmin edeceği, bize öğretilmedi kundaktaki bebekten alacağımız cinsel haz!..


Haftalardır tadım yok. Bir kızım hiç olmadı, hiç kızkardeşim olmadı. Elbette sevgililerim oldu ama hiç bir kadına, bir kıza nasıl sahip çıkılır öğrenemedim. Hiç bir kadına sahip çıkmak için onu kısıtlamak gerektiği fikri aklımın ucundan bile geçmedi. Şimdi öğreniyorum ki sevmek sahip çıkmakmış, sahip çıkmak kısıtlamakmış. Takip etmek gerekiyormuş, gölge olmak lazımmış. Hatta okula göndermemek, çarşıya gitmesine izin vermemek, canlı müzik dinleme zevkini tattırmamakmış bir kızı, bir çocuğu bir yavruyu sevmek.


Sayın Cerrah; Biz sevgimizle Münevver'in katledilmesine izin verdik. Biz sevgimizle Pippa'yı ezdik. Güldünya'nın dünyasını kararttık sayın Cerrah... Biz suçluyuz. Biz toplum olarak bu sevgiyi beslediğimiz için, çocuklarını sokaklara özgürce salan babaları, anaları afaroz etmediğimiz için suçluyuz biz sayın Cerrah...


Bu bir itiraftır sayın Cerrah, yasalarınızı, kelepçelerinizi alın ve tutuklayın bizi ...


Ha, birşey daha var sayın Cerrah; Koskoca bir toplumu çocuklarına sahip çıkmamakla suçlayabilirsiniz. Çocuklarını sokağa özgürce çıkardığı için suçlanan bu halk sokağa her çıkışınızda yüzünüze tükürme erdemini de gösterecek kadar mağrur bir halktır. Siz iki aydır bul(a)madığınız katili savunmakla, suçu ve suçluyu gizleyip mağdura çamur atmakla suçu ve suçluyu övmüş olmuyor musunuz sayın Cerrah?


60 gündür yakalamadığınız katil aramızda dolaşıyor sayın Cerrah? Koskoca İstanbul Emniyeti’ni, Türk Adaleti’ni atlatıp aramızda dolaşıyor. Belki de yetki alanınızın dışına çıkma “başarı”sını gösterdi. Bir “başarı” timsali, örnek şahış misali aramızda dolaşıyor. Sayenizde…


Üç gün önce Bursa’da 26 yaşındaki sevgilisi Zeynep Silku’yu öldüren Yurdakan Buğra Orki “Cem Garipoğlu gibi düşündüm” dedi. Artık katiller de Cem Garipoğlu’nun ne kadar başarılı bir adam olduğunu düşünerek kendisini örnek alacak Sayın Cerrah. Sayenizde…


Cem Garipoğlu;


Bunu da ailene yazıyorum. “Çocuklarına sahip çıkamadıkları” için utanmaları gereken ailene yazıyorum. Seni 9 yaşından itibaren bir yarış atı gibi o ülkeden o ülkeye, o kıtadan öbürüne gönderen, altı yedi dil öğrenmen, kolejlerde büyümen, patron olman, insanları doğrayan bir katil olman için elinden gelen herşeyi yapan ailene yazıyorum.


Hiç oğlum olmadı, bir oğul büyütmek ne demek inanın bilmiyorum. Ama bir oğul olmak ne demek onu ailem bana öğretti. Hiç pisliklerimi temizleyen, suçlarımı gögüsleyen bir ailem olmadı. Bana araba alamadılar, kolejlere gönderemediler bırakın yabancı dili yüzmeyi bile öğretemediler. Bana yaptıkıları en büyük iyilik; insan olabilmem için ellerinden gelen her türlü çabayı göstermeleriydi. Hep “ayıp oğlum”, “o da bir insan oğlum”, “şu karpuzu da arkadaşın Ahmet’e ver oğlum” diye büyüttüler. Ailem yüzünden hiç şef olamadım, hiç sınıf başkanı, müdür, ya da mahalle arası futbolunda kaptan olamadım ben. Ama annemin babamın eli kanlı oğlu da ol(a)madım. Dünyaya bir kahraman getirdiniz. Gurur duyun…


Yazarlar, sanatçılar, senaristler, yönetmenler, satış müdürleri, mühendisler, doktorlar, hacılar, profesörler, bakanlar, başbakanlar; katil düğünlerinde, katil cenazelerinde götünüzün kollanması için siyah gözlükleriyle poz veren siz okurlar; asıl suçlu sizsiniz. Ben de sizin kadar ortağım bu suça. Eserimiz çöp konteynırınndaki gitar kutusunda. Eğer yarattığımız toplum için utanamıyorsak Münü’nün gözlerine bakarak alkışlayalım kendimizi…


nacizanebilgi - eppur si muove

0 yorum:

Yorum Gönder